11 Ocak 2014 Cumartesi

Bölük Pörçük Yaşamlar

                                       Oysa  biraz gülüp efkar dağıtacaktım. Oysa  mısırımı da patlatıp rahatça koltuğuma oturmuştum. Oysa  neşeli ve romantik bir film seyredecektim. Artık öyle hüzünlü,  ağır dram  yüklü filmler  seçmeyecektim.  Bir güzel  hazırlıklarımı  yapıp internetten de  şöyle  romantik ,  aşk dolu  bir  film seçtim. Meğer ben  böyle  sanıyormuşum.  Film  Michael Caine  nin  ustaca oyunculuk yönüne  ortaya  koyduğu  Son Aşk  -  Mr.  Morgan's   Last  Love.  
Başlangıçta  güzel  bir  aşk  filmi  seyredeceğim  sanıyordum. Film  ilerledikçe  ağır  bir  hüzün içine  giriyorsunuz. Yaşlı  bir adamın  karısının  ölümünden sonra kendisini  hayata bağlayan  bir  kız  bulması gibi  basit  bir  konusu var aslında.  Ama  belki  benim  bu  yaşta olan insanların içinde bulundukları umutsuz  yaşamı her zaman acıklı buluşumdan etkilenmiş olabilirim.  Genç  kızın aradığının  ve  bulduğunun  farklı  olması ayrı  bir  olay  zaten. Olayların  bu yönde  gelişimi filme  insanı  daha çok  bağlıyor zaten.


                     

                  Filmi  uzun  uzun  anlatacak  değilim.  Eğlenceli , romantik  bir  film  seyredecektim.  Belki  biraz da  gözyaşı  dökecektim.  Tamam  döktüm ama kavuşamayan  sevgililer için değil,  hayatın çıplak gerçeğini bir  kez  daha yaşlı bir  adamın kesitinden  gördüğümden oldu bu.  Nedense neye  el atsam,  hüzün ve  dram buluyorum.
                Okuduğum  bir  kitap var.  Adı  Bölük Pörçük  Yaşamlar .  Bu  kitapta  beni böldü,  parçaladı,  bir  köşeye  attı.  Yazarı   Anne  Michales.. Kanada da ünlü  bir  şair. Bu  kitapta onun ilk  romanı..  John Berger Bölük Pörçük Yaşamlar için, “Mucize gibi yaratılmış, umutsuzluğu iyileştiren bir kitap” diyor.  Kitap  katmanlı  bir  şekilde geçiyor.  Jakop  ve Athos'un ilişkisi,  Yunanistan'dan  başlayıp  Kanada'ya  uzanan  bilgelik  ve  sevgi  dolu  yaşamları.  Jakop'un  savaşta  yaralanan  iç  dünyasına uzanan  bilge  Athos'un  eli..
“Eğer kazara herkesin uykuda olduğu bir an olsa, dünya yok olurdu. Bellekten bağımsızlaşan dünya, rüya ya da kâbus burgacında kaybolurdu. Bedenin yalnızca bir ruh üretici, bir özlem fabrikası olduğu bir yere dönüşüp çökerdi.”
Bir savaşın bir çokları gibi  bir  çocuğun  hayatından  neler alıp  götürdüğüne şahit oluyorsunuz.  Hayatını mucizevi bir şekilde kurtarıyor ama nereye  giderse  gitsin kaybettikleri  tüm  anılarıyla capcanlı  onu takip  ediyor.   Kendisini  ''  içi   yanıp  kül  olmuş  ama  dış  duvarları  hala  duran  bir  binaya''  benzetiyor.  Onun  acısını,  kaybettiklerini,  savaşın acımasızlığını,  vahşetini  her  satırda  görüyorsunuz  ve  lanet  ediyorsunuz.  Kendi   durumumu  ,  günlük  sıkıntılarımı  düşününce ne  büyük  şımarıklık  yaptığımı  tekrar  görüyorum  ve  utanıyorum.  



               Şimdi  mis  gibi  bir  havada,  deniz  kenarında,  keyifle  okuyorum  bu  satırları  ama  içim  kan ağlıyor.   Her  satırı  dokunuyor  içime..
                “Eğer kazara herkesin uykuda olduğu bir an olsa, dünya yok olurdu. Bellekten bağımsızlaşan dünya, rüya ya da kâbus burgacında kaybolurdu. Bedenin yalnızca bir ruh üretici, bir özlem fabrikası olduğu bir yere dönüşüp çökerdi.”
Athos'un  sağaltıcı  cümleleri  benimde  içime  işliyor.  Nasıl  böyle  olgun olduğunu  düşünüyorum.  Şu  satırlarının  altını  çiziyorum :
 “Sevgi, bir yeri farklı görmeni sağlar, tıpkı sevdiğin bir insana ait olan bir nesneyi farklı biçimde tuttuğun gibi. Bir manzarayı iyi bilirsen, öteki bütün manzaralara farklı bir gözle bakarsın. Ve bir yeri sevmeyi öğrenirsen, bazen bir başkasını da sevmeyi öğrenebilirsin.”









 

6 yorum:

  1. Yazınız çok güzel. Çok samimi.
    Mutlu bir pazar günü geçirmenizi diliyorum. Sevgilerimle.

    YanıtlaSil
  2. "Son Aşk" ı bu gece izlemeyi düşünüyorum. Yaşlılığın hüznünü anlatan filmleri seviyorum ben.

    YanıtlaSil
  3. kitap çok ilginçmiş. o denize karşı kahve içmek ve kitap okumak ne keyifli olurdu.

    YanıtlaSil
  4. Hıımm... Bu yazının sonunda Norah Jones dinlemek iyi gider:)

    Hep birlikte..."but it's not too late," demeliyiz... Niçin geç değil peki... Aynı filmdeki replik gibi...

    "Sevgi, bir yeri farklı görmeni sağlar, tıpkı sevdiğin bir insana ait olan bir nesneyi farklı biçimde tuttuğun gibi. Bir manzarayı iyi bilirsen, öteki bütün manzaralara farklı bir gözle bakarsın. Ve bir yeri sevmeyi öğrenirsen, bazen bir başkasını da sevmeyi öğrenebilirsin.”

    elbette...not too late for love:) for love...

    tell me how you've been,
    tell what you've seen,
    tell me that you'd like to see me too.

    'cause my heart is full of no blood,
    my cup is full of no love,
    couldn't take another sip even if i wanted.

    but it's not too late,
    not too late for love.

    my lungs are out of air,
    yours are holding smoke,
    and it's been like that for so long.

    i've seen people try to change,
    and i know it isn't easy,
    but nothin' worth the time ever is.

    and it's not too late,
    it's not too late for love,
    for love,
    for love,
    for love.

    http://www.youtube.com/watch?v=d5E1I-doX88

    YanıtlaSil
  5. Filmi de kitabı da merak ettim. Bu aralar duyguları sorgulatan filmler arıyordum ben de! Blog listenizde olmak beni çok mutlu etti! Ben de takipteyim (şu an gadget bozuk maalesef...) artık! Görüşmek üzere...

    YanıtlaSil
  6. Üzücü film ve kitaplar bana göre değil, ancak son alıntıyla Adana aşkım depreşti. Kahvaltımı göl kenarında piknik gibi yapmaya karar verdim.

    YanıtlaSil

Cuma Geldi

                                   Evet cuma geldi, yorgunluk da geldi hatta günlerdir süren baş ağrılarım da geldi. Bu hafta oldukça olums...