26 Nisan 2013 Cuma

Sıradan Bir Sabah...

                   
                       Dışarıdan  gelen seslerle  uyanmaya  başladığımda  ilk  gözüme  takılan  canlı renkli  tüllerimden içeriye  girmeye  çalışan  güneş oluyor. Bu her zaman ki  sabah  ritüelim. Ev de  kimse yok.  Eşim erken  saatlerde işe  gitti,  kızım  okula.  Daha  kalkmak  istemiyorum  yumuşak  yorganımın içinden. Öyle  çok seviyorum ki bu anı. Ev de olmanın  verdiği  sıradan  bir  sıcaklık  ama bu beni  besleyen  en  önemli  duygu.  Bir iki  saat sonra  evden  dışarıya çıkacağım,  bu  sefer  kendimi  iyice  yabancı  hissedeceğim.  Evin  sarmalayan,  iyi  hissettiren  güven  duygusu  yok olmaya  başlayacak. Her  nekadar  gezginliği  sevsem de  ev sıcaklığı  benim için çok  önemli.
                        Alain  de  Botton   Mutluluğun  Mimarisi   adlı  kitabında  şöyle  diyor:
''  Bir  binaya  yuva  derken  , o  binanın  içimizden  yükselen ezgiyle  ahenk  içinde  olduğunu  söylemek  istiyoruz. Bir  havaalanını,  bir  kütüphaneyi,  bir  bahçeyi,  hatta  otoyol  kenarındaki  bir  lokantayı  bile  yuvamız  olarak  görüyoruz.''
                        Kahvaltıdan  sonra sütlü  kahve  hazırlayıp  camın kenarına oturdum.  Bazen  iyi  gelir  sessiz  bir ev.  Sevdiğiniz  müziği  açarsınız  ya da  bir tv programını.  Kahvenizi de  yapar  sessizliği  dinlersiniz,  bu tüm  yorgunluğunuzu  alır.  Elimde  kahvem,  uzun uzun  dışarıya  baktım.  Öyle  manzaram  falan yoktur aslında,  kışın çiçeklerimi  camın  önüne  koyarım , onlara  bakarım  hep.
Uzun  sessizlikte  olmaz , az  sonra  sıkılarak , sevdiğim  Dvorak  tan  Rosalka  operasında bir  su perisinin  yaşadığı  aşkı  anlatan  aryayı açtım  ve büyük  bir  zevkle dinledim.






Bir  taraftan da  camın  önünde  masamda  duran  kaktüslerime  bakıyorum .Bu  mevsim açma 
zamanları  galiba.  Oldukça  canlı gözüküyorlar.




                                            Gorki'nin   Yol  Arkadaşım öykü  kitabında   Makar  Çudra adlı  öyküsü  vardır.                                                    Şöyle bir  bölüm  var :
''  Çok  gülünç  varlıklar senin şu insanların.  İçiçe  girmişler,  birbirlerini  eziyorlar. Oysa,  bak,  dünya  ne kadar  geniş.  (  Eliyle  bozkırı  gösterdi. )  Herkes  çalışıyor.  Niçin ?  Kimin  yararına ?  Kimse  bilmiyor.  Çift  süren  bir  insan  gördüğüm  zaman,  gücünü, ter damlaları  halinde  toprağa  akıttığını  ,  sonra da  aynı  toprağın  içinde  çürüyeceğini  düşünürüm.  Zavallı  adam!  Ondan  hiç bir iz  kalmayacak  geriye .  Dünyayı  tarlasından  ibaret  sanarak  ,  doğduğu  gibi,  boş bir  kafayla ölüp gidecek.  Peki ,  niçin  doğdu  bu adam?  Toprağı  kurcalamak ve  kendisine bir  mezar  bile  kazamadan  ölmak için.. Özgürlük  denen şeyden haberi  var mıdır?  Bozkırın sonsuzluğunu  ne  anlatır?  Bu dalga dalga yayılan ezgi onun yüreğine de  sevinç  salar mı? 
                               Bir yerlere  not aldığım bu  sözleri  okuyorum tekrar..  Biraz  sonra  işe  gitme zorunda  olmanın  sinir bozucu  tarafı  geliyor aklıma.  İçim bir an da  tekrar  sıkılıyor.  Müziğim ,  kahvem,  çiçeklerimle  keyiflenmiştim  oysa. Öyküdeki  gibi  özgür olmak istiyorum,  zorunluluktan yapmam gerekenleri düşünüyorum.. Neyse  tatile  2 ay  kaldı  diyerek  motive ediyorum  kendimi. Kalkıp  hazırlanmaya  başlıyorum...







7 yorum:

  1. Pelinciğim aynı moddayım desem :) 14 haziranı iple, ip yetmiyor halatla çekmeye çalışıyorum inan.. ama "gelecekte bir gün gelecek" sözüne sarılıyorum :)
    Sevgiler,

    YanıtlaSil
  2. :)
    çiçeklerinizde çok güzel
    yazınızda
    hayırlı akşamlar

    YanıtlaSil
  3. Bir zamanlar ben...

    Yazın çok güzeldi yine.Sen okumayı seviyorum ben!

    YanıtlaSil

Cuma Geldi

                                   Evet cuma geldi, yorgunluk da geldi hatta günlerdir süren baş ağrılarım da geldi. Bu hafta oldukça olums...