21 Ağustos 2011 Pazar

İKİ BERGMAN FİLMİ...

PERSONA

anladığımı düşünmüyor musun?

var olmayı boş yere hayal etmek. öyleymiş gibi görünmemek, gerçekten olmak. uyanık olduğun her an. tetikte. başkalarına karşı sen ile yalnızken ki sen arasındaki uçurum. baş dönmesi ve sürekli açlık, açığa vurulmak için. içinin görülmesi için... hatta parçalara ayrılmak ve belki de tümüyle yok edilmek için. sesin her tonu bir yalan, her davranış bir aldatmaca, her gülümseme aslında yüz ekşitme.


  
                              


            Bergman  farklı bir yönetmen.İnsanın derinliklerine inmeye çabalayan, karanlık taraflarına korkusuzca dalan, düşündüren bir yönetmen.Film zaten modern sinemayı etkileyen bir film..
           Filmin konusuna gelince bir hemşire, konuşmayı reddeden, herhangi bir psikolojik rahatsızlığı olmamasına rağmen çevresiyle iletişimi tamamen kesmiş bir aktristin bakımını üstleniyor. İkisi bir yazlıkta birlikte zaman geçirirken, birinin sessizliği nedeniyle açılan kışkırtıcı ve korkutucu kişilik çukuruna diğerinin (hemşirenin) karakteri düşüyor ve kendini en ince detayları ile açık etmeye başlıyor. Ve bir süre sonra hemşirenin kendi karakteri yok olup tamamen aktristin karakteri içinde eriyerek şekil değiştiriyor.


                               

...ama hareket etmeyi reddedebilirsin. konuşmayı reddedebilirsin. o zaman en azından yalan söylemezsin. böylece düşünceye dalıp, kendi içine kapanabilirsin. artık rol yapmaz, herhangi bir maske takmaz ve yalancı davranışlarda bulunmamış olursun. sen öyle sanırsın. ama gerçek inatçıdır. saklandığın yer su geçirmez değildir. yaşam dışardan sızar içeri. ve tepki vermek zorunda kalırsın. hiç kimse de bunun gerçek olup olmadığını, sen içten misin yoksa yapmacık mısın diye sormaz. bu soruların önemsendiği tek yer tiyatrodur. hatta orada bile fark etmez.

                            
                                             Persona


...seni anlıyorum, elisabet. kendini bırakmanı, hareketsiz kalmanı, hayali bir sistem içinde apatiye girmeni anlıyorum. seni anlıyorum ve seni takdir ediyorum. hevesin gecene, tüm ilgin bitinceye kadar bu rolü oynaman gerektiğini düşünüyorum.

o an geldiğinde diğer rollerini bıraktığın gibi,bunu da bırakırsın..."



YEDİNCİ  MÜHÜR

               Bu hafta  benim için Bergman filmlerini  seyretme haftam oldu.  Diğer  filmlerini de  seyretmeye devam ediyorum.  7. Mühür  1957 yılında Cannes'da  gösterilince  Bergman'ın  ünü daha da  arttı.  Film ,  14. yüzyıl ortalarında geçer. Şövalye Antonius Block ve silahtarı Jöns on yıl süren haçlı seferinden dönmektedirler. Yorgun ve bıkkındırlar. O  sıra  da   veba salgını vardır. O dönemde vebanın, tanrı'nın günahkar kullarını cezalandırmak için uyguladığı bir cezalandırma yöntemi olduğuna inanılırdı. bu sırada dış ses yuhanna incili'nin 10/7 babından şunları söyler: "ve kuzu 7. mührü açınca göğü bir sessizlik bürüdü. bu yarım saat kadar sürdü ve 7 melek ellerindeki 7 borazanı çalmaya hazırlandılar." 
             O  sıra  da  siyah pelerini içinde ölüm gelir. Antonius Block ona satranç oynamayı teklif eder. Çünkü zamana ihtiyacı vardır. Satranç sürdükçe ölüm canını almayacak, şövalye de kendisi için gerekli olan zamanı kazanmış olacaktır..

                                  

               İşte  film böyle  bir başlangıç yapıyor.  7. mühür’de Bergman, tanrı’yı arar, tanrı’nın varlığının işaretlerini görmek ister.  İnancı  sorgular, şövalye olarak  kanıt  ister.  Bir bölümünde  şöyle  der :

            ...insanın duyularıyla tanrı’yı kavraması o kadar imkansız mı? o neden yarım vaadlerin ve görünmeyen mucizelerin ardına saklansın? kendimize inancımız yoksa, başkasına nasıl inanç duyabiliriz? benim gibi inanmak isteyen, ama yapamayanlara ne olacak?... ya inanmayanlar, inanamayanlar?... içimdeki tanrı’yı neden öldüremiyorum? onu kalbimden atmak istememe rağmen neden alçaltıcı ve acı verici şekilde içimde yaşamaya devam ediyor? neden her şeye rağmen bu şaşırtıcı gerçeklikten kurtulamıyorum?
..ben bilgi istiyorum! inanç ya da varsayım değil, bilgi! tanrı’nın elini uzatıp kendini göstermesini ve benimle konuşmasını… karanlıkta ona sesleniyorum, ama sanki hiç kimse yok..
                                                   8-7. Mühür/ The Seventh Seal (1957, İsveç)





17 yorum:

  1. Amanin o tavuğa kitlenmekten yazıyı okuyamadım ki ben :(

    YanıtlaSil
  2. Oh..Oh.. Buket çok derin sularda dolanıyorsun:) Nefis bir yazı olmuş.
    Ellerine sağlık!

    YanıtlaSil
  3. noni, hangi tavuktan bahsediyorsun diyecektim sonra bloga google dan değil firefox da girince tavukları gördüm. o nedir ya bilen var mı??
    yoksa böyle foto yok yazıda...

    YanıtlaSil
  4. o yönetmenin filmini izlemedim herhalde.gerçi benim en kötü huyum fimleri izlerim ama yönetmenlerine dikkat etmem.Aslında nasıld a önemli kahramanlardır onlar...Bergmana ait bir filmi en ksıa zamanda izlemek istiyorum sayende...Emeğe haksızlık olmasın değil mi ???

    YanıtlaSil
  5. Buketcim senin bu araştırmacı film izlemelerine hayranım.Ne iyi yapıyorsun...
    Pek duymadığım ama değerli yapımları bize aktarıyorsun...
    Teşekkür ederim,iyi seyirler:)

    YanıtlaSil
  6. Bu filmleri çok merak ettirdin bana, eve geçtiğimde bir bakınayım bakınayım bakınayım :)

    http://kacikturuncu.blogspot.com

    YanıtlaSil
  7. Bergman gerçekten de sinema tarihinde önemli bir yönetmen.izlemeden önce nette hakkında araştırma yapmanızı tavsiye ederim.filmlerin imdb puanları zaten çok yüksek..

    YanıtlaSil
  8. Ben fazlaca cahilim ya, yaşıma verin artık.. Ama fena merak ettim bunları hemen izlenmeli :)

    YanıtlaSil
  9. merhaba buket,
    bergman'a sıkı bir başlangıç yapmışsınız; devamı da gelecek gibi gözüküyor...

    "fanny ve alexandre" ile "güz sonatı"nı sakın es geçmeyin.

    "yaban çilekleri", "bir evlilikten manzaralar", "çığlıklar ve fısıltılar"sız da olmaz herhalde.

    bu toplu gösteriyi bergman'ın "imgeler" kitabı ile zenginleştirmenizi de öneririm ayırca. bendeki baskısı nisan yayınlarından, 1999 tarihli. belki başka yayınevi tekrar yayınlamıştır.

    sizi zorlu günler bekliyor :)
    bari, kapanışı bergman'ın opera filmi "sihirli flüt" ile yaparsanız, biraz ferahlamış olarak geri dönersiniz aramıza.

    YanıtlaSil
  10. Danzon, yaban çileklerini seyrettim ve işte benim filmim dedim.çünkü yaşlılık konusunu fazla fazla kafaya takmış biriyim.
    diğer dediklerini zaten arıyorum, bakalım bulacakmıyım.dediğin kitabı hemen not aldım.ben de büyülü fener'i var, bu o mu acaba?

    YanıtlaSil
  11. "büyülü fener" otobiyografisi, "imgeler" ise filmleri üzerinden sinemasını ve kendini anlattığı, bol görselle desteklenmiş bir kitap; daha sinemasal.

    kolaylıklar ve keyifler dilerim :)

    YanıtlaSil
  12. Buket, ben Danzon'un bahsettiği
    "fanny ve alexandre" adlı filmi seyredince "kızkardeşim mommo" adlı bir Türk filmiyle benzeştirerek yazı yazmıştım. İlgilenirsen okumanı isterim.. Ve her ikisini de şiddetle tavsiye ederim:)

    http://hayalkahvem.blogspot.com/2010/12/iki-yonetmen-ve-iki-film-iki-abi-ve-iki.html#comments

    YanıtlaSil
  13. Teşekkürler Danzon, öyle tahmin etmiştim ama yine de sorayım dedim..
    Hayal kahvem, mutlaka danzonu takip et, istabul, sanat bağlantım o benim.yazını hemen okumaya gidiyorum..

    YanıtlaSil
  14. Aaaa çok enteresan gerçekten de! Şimdi yok tavuk kaçmış gitmiş :)

    YanıtlaSil
  15. kızıma aşılamaya çalışsam da başarısız oldum:(
    umarım sen başarılı olursun.
    http://babaymben.blogspot.com/2011/11/sanat-kzm-icindir.html

    YanıtlaSil

Cuma Geldi

                                   Evet cuma geldi, yorgunluk da geldi hatta günlerdir süren baş ağrılarım da geldi. Bu hafta oldukça olums...